T.C. Mİllî Eğİtİm BakanlIğI
BALIKESİR / SUSURLUK - 5 Eylül Anadolu Lisesi

Haberler

May

https://www.ktb.gov.tr/TR-96599/sanal-gezinti.html

Müzeler Haftası Özel: Türkiye’de Görülmesi Gereken 20 Müze

Dünya kültür mirasının korunması ve müzeciliğin tanıtılması amacıyla, UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu) tarafından tüm dünyada 18 Mayıs günü “Müzeler Günü” ilan edilmiştir. Ülkemizde de 1982 yılından beri 18-24 Mayıs tarihleri “Müzeler Haftası” olarak kutlanır.

Kültür ve Turizm Bakanlığının müze ve ören yerlerine girişleri düzenleyen yönergesine göre, 18 yaş ve altındaki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı genç ve çocuklar, Milli Eğitim Bakanlığına bağlı öğretmenler müze ve ören yerlerini ücretsiz ziyaret edebiliyor.

Ayrıca  müzeleri ve daha nicelerini T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın https://sanalmuze.gov.tr/ adresinden online olarak ziyaret edebilir, kültür hazinenize yeni bilgiler katabilirsiniz.

ÜCRETSİZ GEZİLEBİLECEK MÜZELER
1- Amasya Müzesi
2- Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi
3- Ankara Etnografya Müzesi
4- Antalya Müzesi
5- Alanya Müzesi
6- Side Müzesi
7- Demre Likya Uygarlıkları Müzesi
8- Aydın Müzesi
9- Burdur Müzesi
10- Çorum Müzesi
11- Edirne Müzesi
12- Edirne Türk-İslam Eserleri Müzesi
13- Eskişehir Eti Arkeoloji Müzesi
14- Gaziantep Arkeoloji Müzesi
15- Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi
16- Hatay Arkeoloji Müzesi
17- İstanbul Arkeoloji Müzeleri
18- İstanbul Ayasofya Müzesi
19- İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi
20- İzmir Arkeoloji Müzesi
21- İzmir Atatürk Müzesi
22- İzmir Efes Müzesi
23- İzmir Ödemiş Müzesi
24- Kahramanmaraş Müzesi
25- Kastamonu Müzesi
26- Kocaeli Müzesi
27- Konya Mevlana Müzesi
28- Konya Karatay Çini Eserler Müzesi
29- Muğla Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi
30- Muğla Fethiye Müzesi
31- Muğla Marmaris Müzesi
32- Niğde Müzesi
33- Sivas Müzesi
34- Sinop Müzesi
35- Şanlıurfa Müzesi
36- Şanlıurfa Haleplibahçe Mozaik Müzesi

May

May

Engelliler Haftası

Engelliler Haftası, 10 Mayıs ile 16 Mayıs arasında, Birleşmiş Milletler'e üye 156 ülkede aynı tarihlerde kutlanan özel haftadır.

Engelliler Haftası boyunca; engellilik sorunu, engelliliğin önlenmesi ve engellilerin eğitimi konusu üstünde durulur. Radyo ve televizyonda konu ile ilgili programlar yayınlanır. Okullarda her gün ayrı bir engellilik konusu işle­nir. Engellileri Koruma Millî Koordinasyonu Kurulu haftanın değerlendirilmesi için aşağıdaki programın uygulanmasını kararlaştırmıştır.

·         10 Mayıs Engelliler Haftasının açılışı

·         11 Mayıs Görmeyenler günü

·         12 Mayıs İşitme ve Konuşma Kusurluları günü

·         13 Mayıs Ortopedik Engelliler günü

·         14 Mayıs Zeka ve Ruhsal Engelliler günü

·         15 Mayıs Güçsüz Yaşlılar ve Korunmaya Muhtaç Çocuklar günü

·         16 Mayıs Engelliler Haftasına genel bakış.

 

 

May

9 Mayıs Dünya Çölyak Günü

Çölyak hastalığı, genetik yatkınlığı olan bireylerde buğday, arpa, çavdar gibi tahıllarda bulunan ve suda erimeyen gluten isimli proteine karşı duyarlılık sonucu gelişir. Genetik yatkınlık, özgül çevresel faktörlerle temas ve immünolojik mekanizmalar sonucu otoimmün bir enteropati gelişir. Hastalık temel olarak proksimal ince bağırsağı etkiler ancak farklı organ/sistem etkilenmeleri de söz konusudur. Hastalık diyete tahılların eklenmesinden sonra herhangi bir yaşta ortaya çıkabilir.

 Çölyak hastalığı her yaşta teşhis edilebilmekle birlikte teşhisi zor olan hastalıklardan biridir. Çünkü belirtiler çoğunlukla ilişkili bir başka hastalığı da düşündürmektedir. Örneğin erken osteoporoz, kansızlık, teşhis edilmemiş laktoz alerjisi gibi hastalıklarla benzer belirtiler gösterdiğinden karıştırılabilir. Çölyak hastalığının insan sağlığı üzerinde önem taşıyan birçok değişimlere neden olmasından dolayı doğru teşhisi önemlidir. Teşhis yöntemlerinden kan testleri serolojik özel testler  (AGA, EMA) ile ön tanı konmakta ancak kesin tanı ince bağırsak biyopsisi ile konmaktadır.

  Çölyak hastalığının tek tedavisi ömür boyu buğday, arpa, çavdar yulaf tahıllarında bulunan glutenden uzak sıkı bir diyettir.

Avrupa'da hastalığın görülme sıklığı 1/350 ile 1/2000 arasında değişirken İrlanda ve Avusturya'da hastalık prevalansı daha yüksektir. Hastalığın sıklığı coğrafi farklılıklar göstermektedir. Sıklığın son 20 yılda artış göstermesi beslenme alışkanlıklarında değişikler dışında, hastalık konusunda farkındalığın artışı, antikor tarama testlerinin kolayca uygulanması ile atipik/sessiz olguların da tanınması ile ilişkili olabilir.

En yüksek görülme sıklığı Batı Avrupa ve Avrupalıların göç ettikleri Kuzey Amerika, Avustralya gibi yerlerdedir (%1). Ayrıca Asya, Hindistan, Güney Amerika ve Pakistanlılarda sık rastlanmaktadır. Afrika, Japon ve Çin kökenliler arasında nadir görülmektedir.

Ülkemizde Çölyak hastalığı görülme sıklığı yüzde 1 ile binde 3 arasında değişmekte olup Türkiye’de 250 bin ile 750 bin arasında Çölyak hastası tahmin edilmekte iken ancak yüzde 10’nuna tanı konulduğu dikkate alındığında 25 bin ile 75 bin arasında tanı almış hasta beklenmektedir. Bakanlığımız Sağlık Bilgi Sistemleri Genel Müdürlüğü kayıtlarına göre çölyak tanısı alan hasta sayısı 2016-2017’de 40.703’dir

2010 yılı SUT ile Çölyak hastalarına gıda karşılığı olarak ödemeler başlamış olup   05/07/2018 tarihinde yapılan değişiklikle şu anda SUT’a göre Çölyak hastalığında yapılan ödeme miktarı ve şartları;  gastroenteroloji uzman hekimi tarafından, bu uzman hekimlerin bulunmadığı hastanelerde çocuk sağlığı ve hastalıkları veya iç hastalıkları uzman hekimlerince 3 yıl süreli rapor düzenlenir. Bu hastaların kısıtlı diyetleri sebebi ile hayati öneme haiz özel formüllü un ve özel formüllü un içeren mamul ürünler (makarna, şehriye, bisküvi, çikolata, gofret vb.);  gastroenteroloji uzman hekimi tarafından düzenlenen uzman hekim raporuna dayanılarak bir aylık;

  1. a) 0-5 yaş için 78,75 (yetmişsekiz virgül yetmişbeş) TL,
  2. b) 5-15 yaş için 120 (yüzyirmi) TL,
  3. c) 15 yaş üstü için 108,75 (yüzsekiz virgül yetmişbeş) TL, tutar ödenmektedir.

Bakanlığımız tarafından STK’lar, Üniversiteler ve özel sektör işbirliğinde Erişkin Bazı Metabolizma Hastalıkları (Tiroid, Osteoporoz, Gut) ve Çölyak Hastalığı Kontrol Programı 2019-2023 hazırlanmıştır.

Kontrol programımız kapsamında hastaların uygun ürünlere ulaşımının arttırılması; çölyak hastaları için marketlerde, halka açık yerlerde, şehir otogarlarında, tren garlarında,  havaalanlarında bulunan gıda otomatlarında glutensiz ürünlere yer verilmesi ve AVM’lerde uygun gıda satış noktaları oluşturulması için farkındalık çalışmaları yapılmış olup ilgili kurum ve kuruluşlarla gerekli yazışmalar yapılmıştır. Üniversitelerde çölyaklı öğrencilerin glutensiz besinlere kolay ulaşımının sağlanması için kantin/kafeteryalarda glutensiz ürünlerin bulundurulması, gıda otamatlarında ve yemekhanelerde glutensiz menülere yer verilmesinin sağlanması çalışmaları ile ilgili gerekli yazışmalar yapılmıştır.

Kontrol programımız kapsamında 01- 02 Mart 2018 tarihleri arasında Ankara’da kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve özel sektöründe katılımı ile ‘Çölyak Hastalığı (Materyal ve Eğitim Modülü Geliştirme) Çalıştayı’ gerçekleştirilmiştir.

Çalıştay kapsamında;

  • Çölyak Hastalığı Öğretmenlere Yönelik Bilgilendirme Rehberi ve öğrenciler için broşür hazırlanmıştır.
  • Kantinlerde çölyaklı öğrencilere yönelik hazırlanan yiyecek içecek standartları geliştirilmiştir. Ayrıca okullarda yer alan gıda otomatlarına çölyaklı öğrenciler için glutensiz ürünlerin bulundurulması ile ilgili Milli Eğitim Bakanlığı ile gerekli yazışmalar yapılmıştır.
  • Çalışmalarda kullanılmak üzere Çölyak logosu hazırlanmıştır.
  • Çölyak hastalığında Aile Hekimlerine Yönelik hazırlanan ‘Çölyak Hastalığında Aile Hekimleri İçin Tanı-Tedavi-İzlem Rehberi” kitabı 1. Basamakta görev alan 81 ildeki tüm aile hekimlerine dağıtımı yapılmıştır. Söz konusu rehber içinde hastalığın tanımı, tanısı ve komplikasyonları, hastalığın tedavisi ve izlemi başlıklarına yer verilmiştir. Bu rehberle birinci basamakta aile hekimleri tarafından hastalığın tanınması; rehberin tanı, tedavi ve izlem sürecinde yol gösterici olması amaçlanmaktadır. Çölyak tedavisindeki güncel gelişmeler, besin etkileşimleri ve sakıncalı besinler, diyet ve ilaçlarda dikkat edilecek hususlar gibi başlıkların bulunduğu rehberde; “glutensiz diyetin çok sıkı uygulanması gerektiği ve çok düşük miktardaki glutenin bile klinik belirtilerin devam etmesine neden olacağı” ve “Çölyak hastalığında erken tanı çocuklarda büyümenin yakalanmasında, uzun dönem komplikasyonların önlenmesinde önemli olduğu” uyarıları yer almakta olup birinci basamakta aile hekimlerinin eğitim ve bilgilendirmeleri yapılmaktadır.
  • Çalıştay sonrası hazırlanan öğrencilere ve topluma yönelik afiş ve broşürler 81 il dağıtımları yapılmış olup okul ve hastane kantinlerine, 1. Basamak sağlık kuruluşlarına, hastanelerin ilgili alanlarına ulaştırılması ile ilgili çalışmalar yapılmıştır. Aynı zamanda bu materyaller illerde yer alan 34 çölyak temsilcisi sivil toplum kuruluşları ve Türkiye Çölyak Federasyonu ile paylaşılmıştır.

9 Mayıs Dünya Çölyak Günü kapsamında, farkındalık oluşturulması için eğitim çalışmaları ve diğer faaliyetlerde bulunulması, aynı zamanda sivil toplum kuruluşları ve diğer kurum ve kuruluşlarca yapılan çalışmalara destek verilmesi ile ilgili çalışmalar illerimizde  yapılmaktadır.

Milli Eğitim Bakanlığı ile çölyaklı öğrenciler için koordineli çalışmalar devam etmektedir.

Bilgilendirme ve farkındalık çalışmaları kapsamında Çölyak hastalığı ile ilgili bilgi ve materyaller www.beslenmehareket@saglik.gov.tr adresinden vatandaşlarımızla paylaşılmaktadır. 

https://hsgm.saglik.gov.tr/tr/beslenmehareket-anasayfa.html

Çölyak Nedir, Hangi Yaşlarda Görülür?

 

Çölyak hastalığı (ya da Gluten Enteropatisi), bağırsaklardaki sindirimi sağlayan villus [tüysü oluşumlar] denilen yapıların bozulmasına sebep olan ve dolayısıyla da yiyeceklerdeki besinin emilmesini engelleyen ve ince bağırsakta hasarlar oluşturan bir  sindirim sistemi hastalığıdır. Bu hasara buğday, arpa, çavdar, yulaf  gibi tahılların içerisinde bulunan guluten isimli bir protein neden olmaktadır.2

* Üste villusların normal yapısı, altta ise bozulmuş villus yapısı.

 

Çölyak hastalığı genetik bir hastalıktır. Ailevi kalıtım söz konusudur. Hastalık yaşamının her hangi bir bölümünde ortaya çıkabilmektedir. Çölyak hastalığının literatürde; çocukluk, ergenlik, orta yaş ve yaşlılıkta ortaya çıktığı görülmüştür.

3

Çölyak hastalığı, vücutta immunolojik cevabı tetikleyen çevresel (gluten tüketimi) ve genetik faktörlerin birlikte rol oynaması sonucunda ortaya çıkar. Çölyak hastalığın oluşması için hem genetik yatkınlık hem de çevresel faktör olan glutenli gıdalar tüketmekle kendini gösterir. 

Çevresel faktörler ve bu faktörlere karşı alınabilecek tedbirler nelerdir? 

Çevresel Nedenler

Alınabilecek Tedbirler

  • Anne sütünün verilmemesi                       
  • Kullanılan mamanın türü
  • Günlük alınan gluten miktarı
  • Tahıl tipleri
  • Uzun süreli antibiyotik kullanımı
  • Anne sütünün teşviki ve bebek dostu hastaneler
  • Toplumu beslenme konusunda bilinçlendirme çalışmaları
  • Tedaviye yönelik hizmetler

Çölyak Belirtileri, Tanısı ve Komplikasyonları

Hastalık bazı bireylerde yıllarca hiç belirti vermez veya çok hafif seyredebilir ve kişi çölyaklı bir hasta olduğunu uzun süre fark etmeyebilir. Hastalık tipik belirtilerle başlayabileceği gibi çok hafif belirtilerle de seyredebilir.

Çölyak hastalığı olan çocuklarda özellikle karın ağrısı, karında şişlik, ishal, huzursuzluk, iştahsızlık, enfeksiyonlarda artış ve gelişme geriliği, kusma, kilo alamama ve boy uzamasında yavaşlama gibi tipik belirtilerle ortaya çıkabilir. İleri yaşlarda hastalığın belirtileri daha geniş bir yelpazeye yayılır. 

Yetişkinlerde görülen belirtiler şunlardır: 

  • Karın Bölgesinde öne doğru şişkinlik
  • Yaşa göre kilo azlığı
  • Kas zayıflığı
  • Kansızlık
  • Dışkıda anormallik, büyük tuvalet ihtiyacının artması
  • İshal
  • Kusma
  • Bezginlik
  • Nedeni bilinmeyen karaciğer hastalıkları
  • Büyüme geriliği        
  • Ağız içinde oluşan aftlar
  • İştahsızlık, gaz şikayetleri
  • Eklem ve kemik ağrıları
  • Sinirlilik
  • Ciltte kaşıntılı döküntüler 

Çölyak hastalığı her yaşta teşhis edilebilmekle birlikte teşhisi zor olan hastalıklardan biridir. Çünkü belirtiler çoğunlukla ilişkili bir başka hastalığı da düşündürmektedir. Örneğin erken osteoporoz, kansızlık, teşhis edilmemiş laktoz alerjisi gibi hastalıklarla benzer belirtiler gösterdiğinden karıştırılabilir. 

Çölyak hastalığının insan sağlığı üzerinde önem taşıyan birçok değişimlere neden olmasından dolayı doğru teşhisi önemlidir. Teşhis yöntemlerinden kan testleri serolojik özel testler  (AGA, EMA) ile ön tanı konmakta ancak kesin tanı ince bağırsak biyopsisi ile konmaktadır.

Çölyak hastalığı ile ilintili hastalıklar şunlardır: 

  • Tip1 DM
  • Otoimmüntiroid hastalığı
  • Otoimmün karaciğer hastalığı
  • IgA eksikliği
  • Down, Turner, Willians Sendromları. 

Tedavi edilemezse çölyak hastalığının kısa ve uzun vadedeki riskleri nelerdir? 

  • Malabsorbsiyon
  • Büyüme geriliği
  • Hipokrommikrositer anemi
  • Megoblastik anemi
  • Kalsiyum ve K vitamini eksikliği
  • Otoimmün hastalıkların prevelansında artış
  • Osteoporoz
  • Kısırlık, düşük
  • Depresyon
  • Lenfoma
  • Kalın ve ince bagırsak kanserleri

Çölyak hastalığının tedavisi nedir?

Çölyak hastalığının tek tedavisi ömür boyu buğday, arpa, çavdar yulaf tahıllarında bulunan glutenden uzak sıkı bir diyettir.

Çölyak hastaları,  buğday,  arpa, çavdar, yulaflı gıdalar tüketmedikleri gibi ayrıca marketlerde satılan hazır gıdaların içeriklerine dikkat etmelidirler. Mutlaka gluten içermeyen gıdalar tüketmeliler.

Doğal glutensizlerin dışında glutensiz olarak tanımlanan bir gıda tam anlamı ile glutensiz değildir. Diğer bir deyişle sıfır glutenli bir yaşam olanaksızdır. WHO (World Health Organization-Dünya Sağlık Örgütü) ve FAO (Food and Agriculture Organization- Amerikan Gıda ve Tarım Örgütü) 1998’de kilogramında 200 mg dan daha az gluten içeren gıdaları glutensiz gıda olarak ilan etmiştir. Ancak 2007 yılında bu sınır 20 miligrama çekildi. Günümüzde de kilogramında 20 mg’dan daha fazla gluten içermeyen gıdalar glutensiz gıda olarak kabul edilmektedir. Ülkemizdeki glutensiz ürün tebliğ uygulamalarda da 2007 yılında kabul edilen değer kullanılmaktadır.

Çölyak hastaları için güvenli yiyecekler:

  • Tüm sebzeler,
  • Tüm meyveler,
  • Tüm bakliyatlar,
  • Tüm katkısız katı ve sıvı yağlar,
  • Yumurta, bal, reçel, basit toz şeker, zeytin,
  • Et, balık, tavuk, (Bu ürünler katkılı olmadıkları gibi daha önce unla kızartılmış bir yağda kızartılıp işleme tabi tutulmamalıdır.)
  • Una batırılmamış konserve çeşitleri,
  • Mısır, pirinç, patatesin hem kendileri hem de unları besin hazırlamada kullanılabilir. Ayrıca kestane unu, nohut unu, soya unu, üzüm çekirdeği unu da kullanılabilir.
  • Evde çekilmiş güvenli baharatlar. 

Çölyak hastalığında diyet tedavisinde tüketilmemesi gereken besinler:

  • Buğday, arpa, çavdar ve yulaf katkılı her türlü ürün. (un, bulgur, bulgur pilavı, irmik, makarna, şehriye, kuskus, ekmek, kek, pasta, kurabiye, bisküvi, börek, çörek, gofret, simit, kraker, dondurma külahı, unlu tatlılar, gluten içeren hazır salça, ketçap, un ilave edilen çorbalar, soslar, tarhana, yarma gibi).
  • Galeta ununa, una batırılarak kızartılmış tavuk balık gibi et ürünleri. 
  • Malt kullanılan içecekler, bira votka cin v.b.
  • Guten içeren hazır çorbalar, köfte, pane harçları gibi hazır çeşniler.
  • Sirke, çikolata, puding, sakız, ketçap, mayonez, dondurma gibi gıdaların bazılarında gluten bulunabilmektedir. Bunlar yenilmeden önce muhakkak ürün hakkında bilgi edinilmelidir.
  • Tuzlu, soslu kuruyemişler, glutenle yapıştırıldığı için yasaktır. Ancak bunların glutenle işlem görmemiş hali, gluten içermeyen kuruyemişler serbesttir.

Glutensiz diyette ayrıca nelere dikkat edilir? 

  • Doğal gıdalara önem verilmeli. (süt-et-balık-yumurta-sebze-kurubaklagil-pirinç-mısır-patates)
  • Okul ve dışarıda yemek yerken dikkatli seçimler yapılmalı.
  • Buğday unu karışık mısır unu, pirinç ununa dikkat edilmeli.
  • Etiketsiz gıda tüketiminde çok dikkatli olunmalı.
  • İlaçlar, kozmetik ürünleri, şampuan, kremler vb. gluten içerikleri yönünden dikkatli kullanılmalı.
  • Pişirme ve hazırlık aşamasında güvenli gıdaların glutenli gıdalarla bulaş olmamasına dikkat edilmeli.

Tedavi için Başvurulacak Merkezler:

-  Üniversite Hastaneleri Endokrinoloji, Gastroentroloji ve Metabolizma anabilim dalları

 

 

May

İş Sağlığı ve Güvenliği Haftası Kutlu Olsun!

 

Sağlıklı ve güvenli ortamda çalışma hakkı en temel insani haklardan biridir. İş sağlığı ve güvenliğinde temel amaç; çalışma yaşamında çalışanların sağlığına zarar verebilecek etkenlerin önceden belirlenerek gereken önlemlerin alınması, iş kazası geçirmeden, meslek hastalıklarına yakalanmadan, rahat ve güvenli bir ortamda çalışmalarının sağlanması, çalışanların ruhsal ve bedensel sağlıklarının korunmasıdır.

1.        Ülkemizde;

2.        Her altı dakikada 1 iş kazası meydana gelmekte,

3.        Her iki buçuk saatte 1 çalışan sakat kalmakta

4.        Her altı saatte de 1 çalışan ölmektedir.

ILO rakamlarına göre; Dünyada 1,2 milyarı bayan olmak üzere 3 milyar civarında iş gücü bulunmakta. Dünyada; her 15 saniyede 1, her gün yaklaşık 6 bin işçi iş kazaları veya meslek hastalıkları sebebiyle hayatını kaybetmektedir. Her yıl yaklaşık 360 bin kişi iş kazası, 1 milyon 950 bin kişi ise meslek hastalıklarından dolayı hayatı sonlanmaktadır.

Dünyada çalışma barışını, çalışanların iş ve sosyal hayatlarını, ülke ve bölge ekonomilerini olumsuz yönde etkileyen iş kazaları ve meslek hastalıkları, 30 Haziran 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ile Kamu ve özel sektör ayırımı gözetmeksizin bütün çalışanlar kanun kapsamına alındı. Bu kanun ile iş sağlığı ve güvenliği disiplinine küresel bir farkındalık kazandırıldı.

Günümüzde, iş sağlığı ve güvenliği konusu; ilgili tarafların ortak çabası ile modern nitelikte önleyici ve koruyucu hizmetlerin esas alındığı bir sistem yaklaşımı olarak ele alınmaktadır. Bu nedenle konunun önemini kamuoyuna duyurmak için 1987 yılından buyana her yıl 4-10 Mayıs tarihleri arasında İş Sağlığı ve Güvenliği Haftası kutlanmaktadır. İş Sağlığı ve Güvenliği haftası teşvik etmeyi hedefleyen yeni bilgi ve uygulamaların paylaşılması İSG alanındaki bilgilerin geliştirilmesi, stratejilerin ve iyi uygulamaların geliştirilmesi için bir platform oluşturmak adına çok önemli haftadır.

4-10 Mayıs İş Sağlığı ve Güvenliği Haftası olarak kutlanan bu günlerde, bu haftanın Kazasız, sağlıklı ve güvenli bir iş yaşamını hep beraber paylaşmak dileğiyle..

 

 

 

 

 

 

 

 

May

1-7 Mayıs Bilişim Haftası

Her yıl Mayıs ayının ilk haftası (1-7 Mayıs) ülkemizde "Bilişim Haftası" olarak kutlanmaktadır. Bilişim, bilgi dünyası ile teknoloji dünyası arasındaki köprüyü kuran en önemli etkendir. Bu yüzden teknoloji ve internet hayatımızın vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir. Bilişim haftası kutlu olsun...

Ülkemizde belirli günler ve haftalar adı altında Mayıs ayının ilk haftası Bilişim Haftası olarak kutlanmaktadır. Bu özel günlerde okullarda birçok etkinlik düzenlenmekte ve faaliyet yapılmaktadır. Her ne kadar pandemi dolayısı ile bu sene herhangi bir etkinlik yapılamıyor ya da çok az sayıda yapılıyor olsa da, daha önceki senelerde bu özel hafta okullarda kutlanmaktaydı.

Bilişim Nedir?
Öncelikle "bilişim" kavramının ne olduğunu irdeleyelim. Bilişim; insan ve toplum yararına olan her türlü bilgi ve hesaplamanın bilgisayarlar ve benzeri elektronik aygıtlar aracılığıyla işlenmesi bilimidir. Bir başka deyişle bilişim; mevcut olan bilginin daha pratik hale gelmesini sağlamak amacı ile bilgisayarlar ve elektronik aletlerden yararlanmamıza imkan tanıyan teknikler bütünüdür. Günümüzde bilişim kelimesini duymayan yoktur. Zira teknoloji ve bilim geliştikçe bilişim teknolojileri de hayatımızın her alanına etki etmekte ve mevcut düzende kendini geliştirme alanı bulmaktadır.

Bilişim Haftası'nın Amacı Nedir?
Hayatımızın her alanına böylesine nüfuz eden bir teknolojinin hem yararı hem de zararı bulunmaktadır. Teknoloji sayesinde eskiye göre zamandan tasarruf ettiğimiz kesin. Artık bankaya gitmeden oturduğumuz yerden para havale edebiliyor ya da alışveriş yapabiliyoruz. Bunların tümünü teknolojiye borçluyuz. Peki her şey bu kadar masum mu? İnternet, sosyal medya, tablet, telefon... Tüm bunların hepsine sahibiz. Üstelik tüm bunlarla bulunduğumuz yerden birçok işi aynı anda yapabiliyoruz. Ancak kötü niyetli kişiler ya da zararlı yazılımlar internet, telefon, sms vb. aracılığı ile bilgi güvenliğini tehdit ediyor. İşte Bilişim Haftası, tam olarak bu gibi durumlarda farkındalığı artırmak, mevcut bilgilerimizi tazelemek ve bizi olası tehditlere karşı korumak için bilinçlendirme adına kutlanıyor diyebiliriz. 

Kendimizi Nasıl Koruruz?
İnternet uçsuz bucaksız bir evren. İnternette neredeyse sonsuz sayıda web sitesi ve bilgi var. Peki bu web sitelerine ne kadar güvenebiliriz? İnternette yer alan her bilgi doğru mu? Öncelikle herhangi bir resmi kuruma ait web siteleri güvenlidir. İnternette bir bilgiye mi ulaşmaya çalışıyorsunuz? Bilginin kaynağını sorgulayın. Bir konu ile ilgili araştırma yapıyorsanız mutlaka birden fazla internet sitesini ziyaret edin ve okuduklarınızı karşılaştırın. Bu sizin için iyi bir referans olacaktır. Bir internet sitesini ziyaret ettiğiniz zaman, adres çubuğunun sol tarafına bakın. Adresin yazdığı araç çubuğunun solunda kilit işareti varsa bu site yine güvenli bir sitedir.

Teknolojinin hayatımızı çok büyük ölçüde kolaylaştırdığı su götürmez bir gerçek. Teknolojiyi amacına uygun bir şekilde kullanmamız gerekmektedir. Farkındalığımızı artırarak, kendimizi ve çevremizi bilinçlendirerek teknolojiyi daha verimli bir halde kullanabiliriz.

1-7 Mayıs Bilişim Haftası

Her yıl Mayıs ayının ilk haftası (1-7 Mayıs) ülkemizde “Bilişim Haftası” olarak kutlanmaktadır. Bilişim, bilgi dünyası ile teknoloji dünyası arasındaki köprüyü kuran en önemli etkendir. Bu yüzden teknoloji ve internet hayatımızın vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir. Teknoloji, hayatımızın vazgeçilmezi olması ile birlikte  “Teknoloji ve Davranışsal Bağımlılık” kavramını da beraberinde getirmiştir. Çağımızın yeni hastalığı olan bu Teknoloji ve Davranışsal Bağımlılığı nedir?

Teknoloji bağımlılığı nedir?

Teknolojinin insan hayatına getirdiği sayısız faydalar var. Bunun yanı sıra telefon, bilgisayar,akıllı cihazlar,oyun konsolları vb. aletlerin aşırı ve kontrolsüz kullanımı sonucu ortaya çıkan bir bağımlılıktır. İnternet ve teknoloji bağımlılığı diğer bağımlılıklarda olduğu gibi kişinin bağımlısı olduğu teknolojik ürüne ulaşamadığında yoksunluk yaşadığı bir durum olarak tanımlanmaktadır.

Teknoloji bağımlılığının belirtileri

·         Yalnızca birkaç dakika diyerek saatler harcamak.

·         Çevrenizdekilere ekran karşısında geçirdiğiniz zaman hakkında yalan söylemek.

·         Uzun süre bilgisayar kullanmaktan dolayı fiziksel sorunlardan şikâyet etmek.

·         Anonim bir kişiliğe bürünmek, insanlarla internet üzerinden konuşmayı yüz yüze konuşmaya tercih etmek.

·         İnternete girmek için yemek öğünlerinden, derslerden ya da randevulardan ödün vermek.

·         Bilgisayarınızın başında çok fazla zaman geçirdiğiniz için suçluluk duyuyorken bir yandan da büyük bir zevk almak ve bu iki duygular arasında gidip gelmek.

·         Bilgisayarınızdan uzak kaldığınız zaman gergin ve boşluktaymış gibi hissetmek.

·         Gece geç saatlere kadar bilgisayar başında kalmak.

Teknoloji bağımlılığının neden olduğu sorunlar

Fiziksel şikâyetler

·         Gözlerde yanma

·         Boyun kaslarında ağrı ve sertleşme

·         Beden duruşunda bozukluk

·         Elde uyuşukluk

·         Halsizlik

Sosyal alanda görülen şikâyetler

·         Akademik başarıda düşüş

·         Kişisel, aile ve okul sorunları

·         Zamanı idare etmede başarısızlık

·         Uyku bozuklukları

·         Yemek yememe

·         Aktivitelerde azalma

·         İnternet arkadaşları dışında izolasyon

Bağımlılığı kontrol altına alma yöntemleri

·         Günlük internet kullanım saatlerini değiştirin.

·         Haftalık internet kullanımı çizelgeleri hazırlayıp, uyulmasını sağlayın.

·         Destek grupları ya da aile terapisi gibi yöntemleri hayata geçirin.

·         Yapmayı isteyip de fırsat bulamadığı faaliyetleri bir deftere yazmasını sağlayın, internet kullanmak için yoğun istek duyduğunda yazdıklarından birini yapmasını isteyin.

Ne yapmalı?

·         Çocuklarınızı arkadaşları ile doğal yollardan görüşmeleri için yönlendirin, akran grupları içerisinde sosyalleşmesini sağlayın.

·         Çocuklarınızı yetenek ve ilgi alanlarına uygun spor dallarına yönlendirin.

·         Çocuğunuzun arkadaşlık ilişkilerini destekleyin, onları bir araya getirecek aktivite planlayın.

·         Çocuğunuzun bilgisayar kullanımını kontrol edin ve sanal ortamdaki arkadaşlarını tanıyın.

·         Bilgisayarlarınızda güvenli internet uygulamalarının olmasına özen gösterin.

·         Uzun süreli bilgisayar kullanan çocuğunuzu engelleyemiyorsanız mutlaka uzman yardımı alın.

Ne yapmamalı?

·         Akıllı telefon/tablet vs. gibi aletleri çocukları teselli etmek, susturmak için asla kullanmayın.

·         Çocukların kontrolsüz ve uzun süre internet kullanmasına izin vermeyin.

·         Yemek ve çay saatlerinde bilgisayar başındaki çocuğa servis yapmayın, size katılmasını sağlayın.

·         TV veya internet benzeri teknolojik alet merkezli ev düzeni kurmayın.

 

 

May

TRAFİKTEKİ HATALAR NELERDİR?

1-Yaya Kusurları:

Trafikte neredeyse her 10 kazadan birisi yaya kusurlarından kaynaklanmaktadır. Yayalar yaptıkları en küçük bir hareketle bir kazayı anında tetikleyebilmektedirler.

En çok görülen yaya kusurları ise:

sebebi yolcu kusurlarından kaynaklanmaktadır.

En çok bilinen yolcu hataları şunlardır:

Arabalardan otobüslerden sarkmak,
Araçlara ve ya otobüslere habersiz binmek ve inmek,
Hareket halindeki taşıttan yere atlamak, (Aracın tam durmasını beklemeliyiz.)
Taşıt içinde hareket etmek,
Taşıtın dışında (çamurluk, bagaj vs.) seyahat etmek,

3-Sürücü Hataları:

Bildiğiniz ve tahmin ettiğiniz gibi en büyük trafik kazalarının sebebi sürücülerden kaynaklanır. Ortalama olarak her 10 trafik kazasının 9'u sürücü kusurundan kaynaklanır:

Hız kurallarına, limitlerine uymamak,
Hızını azaltması gereken (dönemeç, yaya geçidi vb.) yerlerde sürücünün hızını azaltmaması,
Yanlış şeride girmek,
Şerit değiştirme kurallarına uymamak,
Alkollü araç kullanmak,
Işıklı trafik cihazlarına uymayarak kırmızı ışıkta kural ihlali yaparak geçmek,
Trafikteki diğer kurallara uymamak olarak sıralayabiliriz.
İşte trafik haftası yolcuları, sürücüleri ve yayaları bilinçlendirerek trafik ve ilkyardım haftasında farkındalık kazandırmayı amaçlar.

 

 Trafik ve İlkyardım Haftası (Mayıs ayının ilk haftası)


     Motorlu ve motorsuz taşıtların ve yayaların karayollarındaki hareketlerine "trafik" adı verilir. Yayaların ve araçların karayollarındaki hareketlerini düzenleyen ve tanımlayan kurallara ise "trafik kuralları" denir.  Trafik kurallarının işleyişini denetleyen kimselere "trafik polisi", trafikte meydana gelen istenmeyen olaylara da "trafik kazası" adı verilir. Trafik kazalarında meydana gelen yaralanmalara yapılan il müdahaleye ise "İlkyardım" denir.

 

     Trafik sorunlarını çözümlemek amacıyla bir çok Avrupa ülkesi aralarında anlaşarak bir konsey kurmuşlardır. Bu konseye Türkiye de üyedir. Merkezi Fransa'nın başkenti Paris'te olan bu konseyin üyeleri, zaman zaman toplanarak trafik sorunlarını görüşürler. Bu konsey Mayıs ayının ilk cumartesi günü ile başlayan haftayı "Uluslararası Karayolu Güven Haftası" olarak kabul etmiştir. Ülkemizde de trafik kazalarının önlenmesi yolunda çaba gösteren kuruluşlarca, aynı hafta "Trafik ve İlkyardım Haftası" olarak kabul edilmiştir. Bu hafta süresince; yayın organları aracılığı ile, trafik kazalarının önlenmesi için halka trafik kuralları anlatılır, trafik kurallarına uyulması gereği belirtilir. Okullarda öğrencilere trafik ve ilkyardımla ilgili bilgiler verilir.

 

     Araçların ve yayaların uyması gereken trafik kuralları uzun çalışmalar ve araştırmalar sonucu oluşturulmuştur. Bu kurallardan araçlarla ilgili olanları, sürücü adayları sürücü kurslarına giderek öğrenirler ve bu kuralları kapsayan sınavlardan belli bir puan alarak sürücü belgesi almaya hak kazanırlar. Trafikte sürücü belgesi olmayanlar taşıt kullanamazlar. 18 yaşını doldurmayanlar sürücü belgesi alamazlar. Yayalarla ilgili olan kuralları ise yazılı, basılı ve görsel medya araçlarından öğrenmek gerekir. Kazaların meydana gelmemesi için trafikteki herkesin bu kurallara büyük bir titizlikle uyması gerekmektedir. Ayrıca sürücü kursuna gidenler ilkyardım eğitimi de alırlar. Kazalarda yaralılara ilk müdahalenin nasıl yapılacağı konusunda bilgi sahibi olurlar. Okullarda isteyen öğretmenler ilkyardım kurslarına gönderilerek, acil durumlarda yaralılara müdahale yöntemlerini öğrenirler. Kazalardaki yaralanma olaylarında yaralılara bilinçsizce davranılmamalı, ilkyardım yöntemleri bilinmiyorsa hiç müdahale yapılmamalıdır ve en kısa zamanda ilkyardım eğitimi alınmalıdır. Trafikte yardıma muhtaç kişilere yardım edilmeli, bir gün kendimizin de aynı duruma düşebileceği unutulmamalıdır.

 

 

 

 

 

May

Kut’ül Amare zaferinin 106. yılı…

1. Dünya Savaşı'nın Irak Cephesi'nde, İtilaf Devletleri ile İttifak Devletleri arasında gerçekleşmiş kuşatma muharebesi olan Kut'ül Amare'nin 106. yılı kutlanıyor. 29 Nisan 1916'da İngiliz General Townshend, Kut'ta yaşanan açlığın da etkisiyle, diğer 5 general, 481 subay ve 13.300 er ile birlikte Osmanlı Kuvvetleri'ne teslim oldu.

 

Kut’ül Amare Kuşatması, 29 Nisan 1916'da Irak Cephesinde Osmanlı'nın galibiyetiyle sonuçlanan I. Dünya Savaşı’nın en önemli muharebeleri arasındadır. Bugün Kut’ül Amare zaferinin 106. yılı kutlanıyor.

KUT’ÜL AMARE NEDİR?

Kût’ül-Amâre Kuşatması (Birinci Kut Muharebesi) I. Dünya Savaşı’nın Irak Cephesi’nde, İtilaf Devletleri ile İttifak Devletleri arasında gerçekleşmiş bir kuşatma muharebesidir. 8.000 askerden oluşan İngiliz-Hint garnizonu Bağdat’ın 160 kilometre güneyinde Kut kasabasında Osmanlı ordusu tarafından kuşatılır. 1915 yılında bu kasabanın nüfusu 6.500 civarıdır. 29 Nisan 1916’da garnizonun teslim olmasını takiben kuşatma esnasında sağ kalanlar esir olarak Halep’e götürülür.

Tümgeneral Charles Townshend komutasındaki İngiliz 6. Poona Tümeni (Hint Tümeni) Bağdat’a ilerlemeye çalışırken 22-23 Kasım 1915’te Selman-ı Pak Muharebesi’ni (Tizpon) kazanamayarak geri çekildi ve 3 Aralık’ta Kut’a sığındı.

Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu’nun komutanlığına atanarak 5 Aralık’ta Bağdat’a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa’nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay ‘Sakallı’ Nurettin Bey’in birlikleri 27 Aralık’ta Kut’u kuşattı.

 

İngiliz/Hint Garnizonunun Teslim Oluşu

29 Nisan 1916’da General Townshend, Kut’ta yaşanan açlığın da etkisiyle, diğer 5 general, 481 subay ve 13.300 er ile birlikte Osmanlı Kuvvetleri’ne teslim oldu. Halil Paşa, Kutü’l-Amare zaferinden sonra 6. Ordu’ya yayınladığı mesajda şöyle dedi:

Arslanlar! Bütün Osmanlılara şeref ve şan, İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprağın güneşli semasında şehitlerimizin ruhları sevinçle gülerek uçarken, ben de hepinizin pak alınlarından öperek cümlenizi tebrik ediyorum. Ordum gerek Kut karşısında ve gerekse Kut’u kurtarmaya gelen ordular karşısında 350 subay ve 10 bin erini şehit vermiştir. Fakat buna karşılık bugün Kut’ta 13 general, 481 subay ve 13 bin 300 er teslim alıyorum. Bu teslim aldığımız orduyu kurtarmaya gelen İngiliz kuvvetleri de 30 bin zayiat vererek geri dönmüşlerdir. Şu iki farka bakılınca, cihanı hayretlere düşürecek kadar büyük bir fark görülür. Tarih bu olayı yazmak için kelime bulmakta müşkülata uğrayacaktır. İşte Osmanlı sebatının İngiliz inadını kırdığı birinci zaferi Çanakkale’de, ikinci zaferi burada görüyoruz.

İngiliz kuvvetleri 23.000 ölü ve yaralı, Osmanlı kuvvetleri 10.000 ölü ve yaralı vermiş, 13.000 İngiliz ve Hint askeri esir alınmıştır.

 

HALİL KUT KİMDİR?

Halil Kut (1882, İstanbul – 20 Ağustos 1957, İstanbul), Türk asker. “Kut’ül Ammare Kahramanı” olarak da bilinir. Enver Paşa’nın kendisinden bir yaş küçük amcasıdır. 1934 yılında Soyadı Kanunu’nun çıkmasından sonra Mustafa Kemal Atatürk tarafından Kütülammare Zaferi nedeniyle “Kut” soyadı verildi.

 

 

May

Daha fazla bilgi edin: TIKLAYIN: https://www.wipo.int/en/web/ipday/2024-sdgs/index#vote

 

Dünya Fikri Mülkiyet Günü nedir?

Dünya Fikri Mülkiyet Günü, fikri mülkiyetin (IP) küresel sanat sahnesinin gelişmesine nasıl yardımcı olduğunu ve insanlığın ilerlemesini sağlayan teknolojik yeniliği mümkün kıldığını düşünmek için dünyanın dört bir yanındaki diğer kişilerle bir araya gelmek için eşsiz bir fırsat sunuyor . 2000 yılında, WIPO üyesi devletler, fikri mülkiyete ilişkin genel farkındalığı ve anlayışı artırmak amacıyla, WIPO Sözleşmesinin 1970 yılında yürürlüğe girdiği gün olan 26 Nisan'ı Dünya Fikri Mülkiyet Günü olarak belirlediler.

Dünya Fikri Mülkiyet Günü neden kutlanır?

Dünya Fikri Mülkiyet Günü, patentler , ticari markalar , endüstriyel tasarımlar , telif hakkı gibi fikri mülkiyet haklarının inovasyonu ve yaratıcılığı teşvik etmede oynadığı rolü vurgulamak için bir fırsattır.

Dengeli bir IP sistemi, mucitleri ve yaratıcıları çalışmaları için tanır ve ödüllendirir ve toplumun onların yaratıcılıklarından ve ustalıklarından faydalanmasını sağlar.

Fikri mülkiyet hakları, araştırmacıların, mucitlerin, işletmelerin, tasarımcıların, sanatçıların ve diğerlerinin yenilikçi ve yaratıcı çıktılarını yasal olarak koruyabilmeleri ve bunlardan ekonomik bir getiri elde edebilmeleri için araçlar sağlar.

Ancak IP sistemi bedava öğle yemeği değildir. Bir çalışma yalnızca belirlenmiş belirli kriterleri karşıladığında IP korumasına hak kazanacaktır. Örneğin bir şarkı veya bir film, yalnızca orijinal olması halinde telif hakkı korumasına hak kazanır. Benzer şekilde, bir teknolojinin patent alabilmesi için çığır açıcı (yani yeni, açık olmayan ve kullanışlı) olması gerekir. Ayrıca, bir patent almak için, bir mucit, buluşunun ayrıntılarını başkalarının teknoloji üzerine inşa edebilmesi için halka açıklamakla yükümlüdür.

Mucitlerin ve yaratıcıların çıkarlarını bir bütün olarak toplumun çıkarlarıyla dengeleyen etkili bir IP sistemi, mucitleri ve yaratıcıları zamanlarını, enerjilerini ve yaratıcılıklarını yeni teknolojiler ve yeni yaratıcı ifade biçimleri geliştirmeye yatırmaya teşvik etmenin etkili bir yolunu kanıtladı. ve hayatımızı zenginleştirin.

İnovasyonun ve yaratıcılığın geliştiği, çeşitlilik içeren ve kapsayıcı bir ortam, insanlığın karşı karşıya olduğu büyük zorlukları ele alma, insanlığın ilerlemesini sağlama ve yaşamlarımızı daha sağlıklı, daha güvenli ve daha rahat hale getirme şansımızı artırır.

2024 Dünya Fikri Mülkiyet Günü teması nedir?

Dünya Fikri Mülkiyet 2024'ün teması  WIPO, 2024 Dünya Fikri Mülkiyet Günü için “Fikri Mülkiyet ve Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları: İnovasyon ve Yaratıcılıkla Ortak Geleceğimizi İnşa Etmek” temasını belirledi. 

 

IP and the SDGs: Building our common future with innovation and creativity

Nis

https://www.ktb.gov.tr/

https://aregem.ktb.gov.tr/TR-46095/somut-olmayan-kulturel-miras.html

Dünya Turizm Haftası

 

Turizmin rengi, dili, dini ve ırkı olmadığı unutulmamalı, bütünü birleştirici bir parça olduğu daima hatırlanmalıdır. Bu amaçla her yıl 15-22 Nisan haftası Dünya Turizm Haftası olarak kutlanır.

Turizm, ulusal ve uluslararası düzeyde kazandığı dev boyutlarla, yatırımları ve iş hacmini geliştiren, gelir oluşturan, döviz sağlayan, istihdam alanları açan, sosyal ve kültürel hayatı etkileyen önemli toplumsal ve insancıl fonksiyonları başaran bir nitelik kazanmıştır. Bu nitelik dünyada turizme yönelik ulusal ilgiyi artırmış; turizmden beklentileri olan ülkeleri bu endüstrinin geliştirilmesine yöneltmiştir. Dövizin turizm yoluyla elde edilmesine yönelik faaliyetler, bu sektörün milli ekonomide önem kazanması sonucunu doğurmuştur. Turizmin özellikle gelişmekte olan ülkelerin ödemeler dengesine yaptığı olumlu katkı, ekonomik yönden turizmin yararlarını en önemli göstergesi olmuştur.
 
Turist ise belirli bir gelire ve boş zamana sahip olan konaklama, yeme, içme ve seyahat gibi somut dinlenme, eğlenme, merak, kültür, eğitim, spor, dini gerekler vb. soyut amaçlarla sürekli yaşadığı, çalıştığı bölgeden başka bir bölgeye seyahat eden ve gittiği bölgede en az bir gece konaklayan ekonomik anlamda tüketici olan kişi ya da kişiler topluluğudur. Turizm hizmetleri iki ana başlık altında toplanmaktadır. Bunlar, seyahat ve konaklama hizmetleridir.

 

TURİZMİN ÜLKE EKONOMİSİNE KATKISI

İlk kez karşımıza 21. Yüzyılda bazı zengin İngilizlerin Avrupa ülkelerine yapmakta oldukları geziler ile çıkmış olan turizm kelimesi, özellikle ikinci dünya savaşı sonrasında dünya çapında oldukça yaygınlaşmaya başlamıştır. Turizm kısaca kişilerin dinlenmek, eğlenmek ve yeni yerler görmek için yapmakta olduğu farklı ülkelere ya da bölgelere yapılmakta olan gezileri çekmek için yapılmakta olan ekonomik ve kültürel faaliyetlerin tümü olarak adlandırılabilir. Turistik geziler sadece bir yerden bir başka yere seyahat etmek olmamakta aynı zamanda gidilen yerin kültürünü ve tarihini de öğrenme, toplumsal olarak iletişime geçme fırsatı olmaktadır. Turizm insanların farklı güzellikleri ve farklı toplulukları tanımasına ve tarihte yaşamış kişiler hakkında bilgiler edinmesine olanak sağlamaktadır. Bu sayede kendinden sonraki gelecek nesillere daha iyi ve yaşanabilir bir dünya bırakma fırsatları da vermektedir.

İlk başlarda oldukça sınıflı bir kitleye hitap etmekte olan turizm kavramı sadece belirli maddi düzeyin üzerinde olan kişiler tarafından gerçekleştirilebilmekteydi. Ancak gün geçtikçe artan ulaşım imkanları, gelişen teknoloji sayesinde oldukça ekonomik fiyatlara bir yerden bir yere gidebilme şansı ve her kesime hitap eden sayısız konaklama seçenekleri turizmi her kesimden insan için yapılabilir konuma getirmiştir. Gelişmekte olan toplum yapısının sağlamakta olduğu tatil yapma ve turistik geziler gerçekleştirme olanağı bireyler için ne kadar eğlenme, dinlenme ve yeni yerler görerek, yeni toplumlar tanıma imkanı sağlamakta ise, ziyaret edilmekte olan bölgeler içinde büyük bir ekonomik kaynak oluşturmaktadır.

Turizm'in Ekonomiye Katkıları

Günlük hayatın stresinden ve yorgunluğundan kaçmak ve dinlenerek, yeni yerler görmek, aynı zamanda keyifli vakit geçirmek için gerçekleştirmekte olduğumuz turistik geziler, ziyaret etmekte olduğumuz bölgeler için oldukça büyük bir ekonomik kaynak olmaktadır. Ziyaretlerimiz esnasında yapmakta olduğumuz harcamalar, gittiğimiz bölge insanları için büyük gelir kaynakları olmaktadır. Ülkemizde özellikle yaz aylarında Ege ve Akdeniz bölgesinde yer almakta olan birçok turistik bölge ekonomisini tamamen turizme bağlamıştır. Bu tarz bölgelere genel olarak turistik bölge adı verilmektedir. Turizm genel manada ekonomiye büyük katkılarda bulunmakta, eğlence ve dinlenme amacı ile gerçekleştirmekte olduğumuz tüm turistik gezilerde maddi bir harcama yaparak finansal bir hareketlilik oluşmasına imkan vermiş oluruz.

Başlı başına bir sektör halini almış olan turizm birçok turistik bölge sakininin genel geçim kaynağı olmayı başarmaktadır. Özel olarak bu alanlara yönelmekte olan birçok yatırım özel kuruluşlar ve devlet kuruluşları tarafından özenle gerçekleştirilerek farklı ekonomik kaynaklar üretilmeye çalışılmaktadır. Ülkemizde bu alanda birçok atılım gerçekleştirmekte ve birçok turistik bölgesi ile turistik gezilerin uğrak mekanlarından birisi olmaktadır. 

Türkiye'de Turizm Olanakları

Ülkemiz turizm açısından tam manası ile bir cennet olmaktadır. Yaz aylarında Akdeniz ve ege bölgelerinde turistlere sağlamakta olduğu eşsiz tatil seçenekleri, birçok farklı tarihi medeniyete ev sahipliği yapmış olmasının getirdiği engin tarihi unsur ve doğa harikası olan birçok bölgesi ile farklı zevklere göre seçenekler sunmaktadır. Her yıl yerli ve yabancı milyonlarca turist çekmekte olan Antalya, Muğla gibi bölgeler ülke ekonomisine oldukça büyük katkılarda bulunmakta ve geniş bir çalışma alanı oluşturmaktadır. 

 

Bu alanda çalışmak üzere birçok eğitimli insan yetiştirmekte olan ülkemiz turistik gezilerde görev yapmak için eğitim almış bireyler ile büyük farklılıklar yaratmaktadır. Otelcilik okulları, turizm kurslar gibi birçok farklı imkan ile hizmet vermek için kaliteli çalışan gücü oluşturan ülkemiz gelen turistlere en iyi şekilde ülkemizi tanıtarak her sene daha fazla ziyaretçiyi kendine çekmeyi ve daha fazla kazanç sağlamayı amaçlamaktadır.

Nis

Polis Teşkilatı'nın 179. kuruluş yıl dönümü kutlanıyor

"Huzur ve güvenin teminatı, kahraman Türk Polis Teşkilatı'mızın kuruluşunun 179. yıl dönümü ve Polis Haftası kutlu olsun."

 

Türk Polis Teşkilatı, modern anlamda 10 Nisan 1845 tarihinde İstanbul'da kurulmuş; 'Polis' adı ile kurulan teşkilatın görevleri ise yine aynı tarihte yayınlanmış olan Polis Nizamnamesi'nde ifade edilmiştir. Yabancı elçiliklere de duyurulan bu kuruluşun ardından, huzurun ve güvenliğin devamlılığı için görevini sürdüren Polis Teşkilatı'nın kuruluşu, her yıl 4-10 Nisan tarihleri arasında çeşitli etkinliklerle ve törenlerle kutlanmaktadır. Bu nedenle 4-10 Nisan Polis Haftası olarak kabul edilmektedir.

Nis

Dünya Sağlık Örgütü Anayasası 7 Nisan 1948 tarihinde yürürlüğe girmiş ve bu nedenle her yıl 7 Nisan Dünya Sağlık Günü olarak, 7-14 Nisan tarihleri arası da Sağlık Haftası olarak kutlanmaktadır. Bu tarihlerde halk sağlığı ile ilgili bir konu seçilerek, bu konu çerçevesinde tüm dünyada çeşitli etkinlikler düzenlenmektedir.

 Sağlıklı yaşam, her insanın doğumuyla birlikte elde ettiği ve insan olmaktan dolayı kazandığı bir haktır. Sağlık kavramı hayatımızda hiç bir kavramla değiştirilemez veya ölçülemez. Sağlıklı toplumlar için öncelikle toplumun en küçük yapı taşı bireyin sağlıklı olması gerekir. Bireyler sağlıklı olduğunda toplumlar da sağlıklı olur.

DÜNYA SAĞLIK GÜNÜ/HAFTASI

"Dünya Sağlık Haftası" Dünya Sağlık Örgütünün (WHO) anayasasının yürürlüğe girdiği 7 Nisan tarihi tüm dünyada sağlık günü olarak anılır ve Bu hafta Dünya Sağlık Haftası olarak kutlanır. Bu çerçevede insanların sağlıklı yaşamlarına devam etme  konusunda bilinçlendirmek amacı ile etkinlikler düzenlenir. Bu etkinliklerde Sağlığın hayatımızdaki önemi vurgulanır. Sağlık; Ruhen , bedenen ve sosyal yönden tam bir iyilik hali olarak tanımlanmaktadır. Sağlık kavramı hayatımızda hiç bir kavramla değiştirilemez veya ölçülemez. Sağlıklı toplumlar için öncelikle toplumun en küçük yapı taşı bireyin sağlıklı olması gerekir. Bireyler sağlıklı olduğunda toplumlarda sağlıklı olur. Bir ülkede hastaların  tedavi edici kurumların başarısının yanı sıra halk sağlığı yada koruyucu sağlık kurumlarının başarısı ve çalışmaları çok önemlidir. Çağımızın insanlığı tehdit eden sağlık sorunlarının başında Obezite ve Madde Bağımlılığı gelmektedir. Obezite; kalp,karaciğer,psikiyatrik gibi  kronik hastalıklara sebep olmaktadır. Obezite sorunu yemek yeme alışkanlıklarımızı ve düzenli spor yapılarak çözülebilecek bir problemdir. Özellikle ABD başta olmak üzere tüm dünyada obezite ile  savaş devam etmektedir. Ülkemizde obezite ile mücadelede ki  Sağlık Bakanlığımızın başarısı takdirle karşılanmaktadır. Çalışmalar okullarımızda da Beslenme Dostu Okullar projesi kapsamında planlanmakta ve uygulanmaktadır. Madde bağımlılığı bireyleri, toplumları ve insanlığı tehdit eden hastalıkların başında gelir. Sigara kullanımı da madde bağımlılığı arasına girmektedir. Narkotik madde kullanımının  tüm dünyada yaygınlaşması psikolojik hastalıklardan tutunda bir çok kronik hastalığı da beraberinde getirir. Bu konuda bir çok sivil toplum örgütü ve bir çok ülke hükümetleri savaşa devam etmektedir. Türkiye'nin sağlık alanındaki başarıları vatandaşlarımız kadar , tüm dünyanın da ilgisini çekmiştir. Her birey tüm dünyanın neresinde olursa olsun kaliteli sağlıklı bir yaşam hakkına sahiptir.Ülkemiz sağlık çalışanlarını verdikleri emeklerden dolayı tebrik ediyor, Herkese sağlıklı bir yaşam diliyoruz.

Aşağıdaki linklerden Sağlık Haftası ile ilgili verilere ulaşabilirsiniz. 

Okul Sağlığı : https://hsgm.saglik.gov.tr/tr/okul-sagligi

Beslenme : https://hsgm.saglik.gov.tr/tr/beslenme.html

 Obezite : https://hsgm.saglik.gov.tr/tr/beslenme.html

Tuz ve Sağlık: https://hsgm.saglik.gov.tr/tr/tuz-ve-saglik

Fiziksel Aktivite: https://hsgm.saglik.gov.tr/tr/fiziksel-aktivite

Diyabet: https://hsgm.saglik.gov.tr/tr/diyabet

Metabolizma ve  Çölyak: https://hsgm.saglik.gov.tr/tr/metabolizma-ve-colyak 

Nis

https://www.kvkk.gov.tr/Icerik/7848/7-Nisan-Kisisel-Verileri-Koruma-Gunu

 https://www.kvkk.gov.tr/Icerik/7214/7-Nisan-Kisisel-Verileri-Koruma-Gunu#:~:text=Bilindi%C4%9Fi%20gibi%206698%20say%C4%B1l%C4%B1%20Ki%C5%9Fisel,bir%20d%C3%B6nemin%20ba%C5%9Flamas%C4%B1na%20neden%20olmu%C5%9Ftur.

 

Bilindiği gibi 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu 7 Nisan 2016 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Kanunun yürürlüğe girmesi, ülkemizde kişisel verilerin korunması alanında yeni bir dönemin başlamasına neden olmuştur. 1 Eylül 2018 tarihli ve 30522 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan MEB Eğitim Kurumları Sosyal Etkinlikler Yönetmeliğinde yapılan düzenleme ile "Kişisel Verileri Koruma Kulübü" kurulması ve 7 Nisan gününün "Kişisel Verileri Koruma Günü" olarak kutlanması kararlaştırılmıştır.

7 Nisan Kişisel Verileri Koruma Günü

6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu 7 Nisan 2016 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

7 Nisan Kişisel Verileri Koruma Günü

Kanunun yürürlüğe girmesi, ülkemizde kişisel verilerin korunması alanında yeni bir dönemin başlamasına neden olmuştur. 1 Eylül 2018 tarihli ve 30522 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan MEB Eğitim Kurumları Sosyal Etkinlikler Yönetmeliğinde yapılan düzenleme ile "Kişisel Verileri Koruma Kulübü" kurulması ve 7 Nisan gününün "Kişisel Verileri Koruma Günü" olarak kutlanması kararlaştırılmıştır.

Kişisel Veri Nedir?

Kişisel veri, kimliği belirli veya belirlenebilir gerçek kişiye ilişkin her türlü bilgiyi ifade etmektedir. Bu bağlamda sadece bireyin adı, soyadı, doğum tarihi ve doğum yeri gibi onun kesin teşhisini sağlayan bilgiler değil, aynı zamanda kişinin fiziki, ailevi, ekonomik, sosyal ve sair özelliklerine ilişkin bilgiler de kişisel veridir. Bir kişinin belirli veya belirlenebilir olması, mevcut verilerin herhangi bir şekilde bir gerçek kişiyle ilişkilendirilmesi suretiyle, o kişinin tanımlanabilir hale getirilmesini ifade eder. Yani verilerin; kişinin fiziksel, ekonomik, kültürel, sosyal veya psikolojik kimliğini ifade eden somut bir içerik taşıması veya kimlik, vergi, sigorta numarası gibi herhangi bir kayıtla ilişkilendirilmesi sonucunda kişinin belirlenmesini sağlayan tüm halleri kapsar. İsim, telefon numarası, motorlu taşıt plakası, sosyal güvenlik numarası, pasaport numarası, özgeçmiş, resim, görüntü ve ses kayıtları, parmak izleri, genetik bilgiler gibi veriler dolaylı da olsa kişiyi belirlenebilir kılabilme özellikleri nedeniyle kişisel verilerdir.

 

Kişisel Veri, Kişisel Verilerin İşlenmesi, Veri Sahibi, Kişisel Verilerin Korunması hakkında ve daha fazla bilgi edinmek için https://www.kvkk.gov.tr/ adresini ziyaret ediniz.

 

Nis

2 NİSAN DÜNYA OTİZM FARKINDALIK GÜNÜ

OTİZM NEDİR?

Günümüzde her 150 çocuktan birini etkileyerek, çocuklar arasında en hızlı yaygınlaşan nörolojik bozukluk olması ile dünya genelinde hızla yayılan bir hastalık olarak görülüyor...
Dünyada bu yıl şeker, kanser ve AIDS dahil olmak üzere bir çok hastalıktan daha fazla sayıda otizm teşhisi alınması öngörülüyor...
İstatistikler genetik temelli olduğunu gösteriyor. Çevresel faktörler de dahil olmak üzere, nedenlerinin bulunması için yoğun araştırmalar devam ediyor...
Kesinlikle ülke, ırk, kültür ya da sosyo-ekonomik farklılık gözetmiyor...
Bugün için bilinen en etkili tedavisi yoğun bireysel eğitim...

DÜNYA OTİZM FARKINDALIK AYI
2 Nisan, tüm dünyada otizm konusunda farkındalık yaratmak ve otizm ile ilgili sorunlara çözüm bulmak amacıyla, 2008 yılında Birleşmiş Milletler tarafından "Dünya Otizm Farkındalık Günü" (2nd April World AutismAwarenessDay) olarak ilan edilmiştir. 2 Nisan'da başlayan "Otizm Farkındalık Ayı" çerçevesinde tüm dünyada otizmle ilgili araştırmaların teşvik edilmesi ve bilinirliğin artırılarak, erken teşhis ve tedavinin yaygınlaştırılması hedefleniyor.

2 Nisan BM Tarafından Dünya Otizm Günü Olarak Kabul Edildi

Çocuk dendiğinde aklımıza neşe, canlılık, bitmek ve tükenmek bilmeyen birenerji gelir. Genellikle çevremizde bu tip çocuklarla karşılaşır ve onların oyun ve hayal dünyalarını hayretler içinde seyrederiz. Aslında, çocukları sevimli ve cana yakın kılan da bu özellikleridir. Ancak, çevresinde olup bitenlere karşı ilgisiz, dış dünya ile adeta bağını koparmış, kendi dünyasında yaşamaya çalışan çocuklar da vardır. Bu çocukların en belirgin özellikleri sosyal ilişki kurmada yaşadıkları güçlüklerdir. Bu nedenle, bebeklik dönemi sonrasında bu çocukları toplum içinde hemen fark edebilirsiniz. Etraflarında örülü o kalın duvarı aşmak, ya da deyim yerindeyse içinde yaşamakta oldukları örülü hayatlarına küçücük bir pencere açabilmek için hayli zorlanacağınız bu çocuklara OTİSTİK ÇOCUKLAR denmektedir.

"Otizm" kavramını ilk kez LeoKanner (1943) Tıp literatürüne kazandırmıştır. 1944 yılından itibaren dünyada farklı bir engel grubu olarak nitelendirilen Otizm, haliyle Otistik bireylerin mevcut eğitim öğretim ortamlarından yararlanmalarına engel olan bir rahatsızlık türüdür.

Genel olarak bireylerde toplumsal etkileşim ve iletişimin önemli ölçüde bozuk ve anormal gelişimi ile ilgi ve etkinliklerin belirgin sınırlılığı gibi özelliklerle kendini gösteren ve üç yaşından önce:

Toplumsal etkileşim,
Toplumsal iletişimde kullanılan dil,
Sembolik ya da imgesel oyun, vb.
gibi alanlardan en az birinde baş gösteren gecikme ya da anormal işlevlere sahip yaygın gelişimsel bozukluğa "Otizm" denmektedir.

Otizm, çocuklarda beyin sistemindeki fizyolojik fonksiyonların ve kimyasal dengenin bozulmasıyla, üç yaşından önce ortaya çıkan yaygın gelişimsel bir bozukluktur. Bu bozukluk, çoğu kez genetik nedenlere bağlı olarak da ortaya çıkabilmektedir.

 1 02.04.2021 176

A- "OTİZM"İN BELİRTİLERİ

Otizmin belirtilerini kısaca:

Dil gelişimi bakımından,
İletişim bakımından,
Sosyal beceriler bakımından,
Davranış ve aktiviteler bakımından
olmak üzere 4 ana grupta incelemek mümkündür.

Otistik bir çocukta yukarıdaki temel belirtilerin tümü birden oluşmayabilir. Genellikle erken tanı ve disiplinli bir tedaviyle otistik çocukların normal bir okula devam edebilmeleri her zaman mümkün olabilmektedir. Bunun dışında, otizm tanısı konmasa bile, kısmen otizmin belli semptomlarını gösteren çocuklara da rastlanabilmektedir. Bu semptomları yansıtan çocukların da belli gelişim alanlarında ister istemez bazı problemlerin var olduğu/olabileceği düşünülmelidir. Söz konusu gelişim alanlarının öncelikle eğitimciler ya da aileler tarafından uygulanabilen eğitim programlarıyla desteklenmesi gerekir. Bu tip sorunu olan çocukların aileleri, belirli aralıklarla gelişim kontrolleri yaptırarak, sorunlu alanlardaki geriliği ve gelişmeyi izlemeli ve bu alanları nasıl destekleyebilecekleri konusunda profesyonel yardım almalıdırlar.

Bebeklerde Otistik Belirtiler Ne Zaman başlar?

Genellikle bebekliğin ilk iki yılı içinde otizme ait belirtilerin başlaması beklenir. Bu belirtiler nadiren daha geç yaşta da başlayabilir. Otizm belirtileri çocuğun yaşına ve gelişim düzeyine göre çok farklılıklar gösterebilir. Bebekliğin ilk dönemlerinde annelerin bebeklerinde ilk fark ettikleri belirti; çocuklarının diğer çocuklara nazaran daha az güldükleridir. Annenin bedensel teması, çocuğunu kucaklaması ve öpmesi her çocuğun arzuladığı bir işlev olmasına karşın, bu yaklaşım Otistik çocukları rahatsız eder. Çünkü bu çocuklar sevilmekten hoşlanmazlar ve çoğu kez tepki gösterirler. Anne ve babanın seslenmesine karşın cevap vermeyerek tepkisiz kalmaları ister istemez çoğu aileye "çocuklarının sağır olduğunu" bile düşündürtmektedir. Çevredeki insanların görünümleri, hareket ve davranışları onların dikkatlerini çekmez. Dışarıdan izlendiklerinde, adeta çevrelerinde kimse yokmuş gibi davranırlar. İnsanlarla göz göze gelmekten kaçınırlar. Yalnızlığı severler ve yalnız bırakılmaya tepki göstermezler.

Normal çocuklar, uyumadıkları dönemlerde yatakta kalmak istemez ve annelerinden ilgi beklerler. Ancak otistik çocuklar uyumadıkları halde saatlerce yataklarında sessizce kalabilirler. İlk dönemlerde anne ve babayı diğer insanlardan ayırmakta güçlük çekmelerine karşın, yaşları ilerledikçe anne ve babalarına bağlılıkları aşırı derecede artabilir ve ayrıldıklarında yoğun sıkıntı yaşayabilirler.

Otistik çocuklar daha çok konuşma gecikmesi şikayeti ile hekime getirilirler. Bedensel gelişimi yaşına uygun olan otistik çocukların konuşması yaşıtlarına göre oldukça geridir. Beş yaşına geldiklerinde % 50'si ancak tek kelimelerle konuşabilmektedir. Konuşmayı, ilişki kurmaktan çok ihtiyaçlarının giderilmesi için kullanırlar. Bir kısmı ise, ileri yaşlarda bile konuşamaz ya da konuştukları hiç anlaşılmaz. Otistiklerde konuşma geriliğinin yanı sıra, söylenen sözcükleri tekrarlama ve kelime uydurma gibi konuşma bozuklukları da sıklıkla görülmektedir. Konuşmalarındaki bu gerilik ve bozukluklar onların ilişki kurmadaki zorluklarını bir kat daha artırır.

Her yaş çocuğu kendi yaşıtlarıyla oynamaktan hoşlanır. Yaşıtlarıyla bir araya geldiğinde onlarla ilgilenir ve oyun kurmaya çalışır. Otistik çocuklar ise, hep yalnız olmayı tercih eder, kalabalığa karışmaz ve hep bir köşede tek başlarına oynarlar. Kendilerine özel davranış biçimleri (kendi etraflarında defalarca dönme, tek ayak üzerinde zıplama ve odanın içinde bir köşeden diğerine koşma gibi amaçsızca tekrarlanan hareketler, vb.) ile diğer çocuklardan hemen ayırt edilebilirler. El çırpma, tüm bedeni sallama gibi olağan dışı beden hareketleri dikkat çekicidir. İlgi alanlarının kısıtlılığı nedeniyle belirli oyuncaklarıyla hep aynı biçimde ve tekrar tekrar oynarlar. Evde bulunan bazı nesnelere aşırı ilgi gösterebilirler. Mekanik aletlere ve dönen nesnelere ilgileri büyüktür. Bazı nesnelere karşı duygusal olmayan ve bize göre anlamsız aşırı bağlılıkları bulunmaktadır. Bazen bir parça ip ya da gazoz kapağı onlar için vazgeçilmez birer nesneye dönüşmektedir. Hayat içinde olası değişimlere karşı direnç gösterirler. Ev içinde bir eşyanın yerinin değişmesine izin vermez, eve alınan yeni bir eşyayı kullanmak istemezler. Değişime karşı gösterdikleri bu direnç, ailelerinin hayatında kısıtlamalara neden olabilecek derecede rahatsızlık verici olabilir. Tepkileri ani ve yersiz olabilir. Öfke patlamaları, kendine zarar verici davranışlar ya da uygunsuz sevinç nöbetleri gözlenebilir. Yaş ilerledikçe çocuğun çevresiyle aktif ilişkiye girmesi artabilir ancak bu kez belirtilen ilişkilere sınır koyamama gibi "uygunsuz davranışlar" söz konusu olabilmektedir. Zekası normal olan otistik çocuklarda -daha ileri yaşlarda- önceden olan olayları detaylı hatırlama ve akılda tutmalar görülebilir.

Yukarıda da belirtildiği gibi, otistik çocukların aileleri tarafından hekime ilk götürülme nedenleri genellikle konuşmalarındaki gecikmedir. Oysa, "çocuğun dış dünyaya kapalılığı" daha ilk bebeklik yılı içinde ilgili bir anne tarafından fark edilebilir. Kendisi ile dış dünya arasında kalın bir duvar bulunan otistik çocuklar annelerinin gösterdiği sevgi ve ilgiye büyük ölçüde kayıtsız kalırlar. Bir annenin bunu fark etmemesi mümkün değildir. Ancak, çocuğuna karşı ilgisiz ve sevgisini gösteremeyen anneler ile sağlıklı gözlem, algılama ve muhakemeden yoksun anneler bu bozuk gidişi anlamayabilirler.

Otistik çocukların tamamında olmamakla birlikte bir çoğunda zeka düzeyleri normalin altındadır. Bu durum, onların genel olarak işlevselliğini azaltan bir faktördür. Yapılan araştırmalar, otizmin toplumda yaklaşık 10.000 çocuktan 4'ünde (onbinde dört) görüldüğünü göstermiştir. Otizm, erkek çocuklarda kızlara oranla dört-beş kat daha fazla sıklıkta görülür. Otistik çocukların kardeşlerinde bu hastalığın görülme sıklığı normal çocuklara oranla daha fazladır. Kısaca, otizmin genetik bir karaktere de haiz olduğu uzmanlarca dile getirilmektedir.

OTİZMİN NEDENLERİ

Otizmin gelişimsel bir hastalık olduğu düşünülmekte ve nedeni konusunda araştırmalar hâlâ devam etmektedir. Beraberinde zeka geriliği ve epilepsi nöbetlerinin de sık bulunması biyolojik nedenlerin daha ön planda olduğunu işaret etmektedir. Kardeşler ve ikizler üzerinde yapılan araştırmalar genetik faktörlerin önemli olduğu hususunu düşündürmektedir.

Uzun yıllar otizmin nedeni olarak anne ve bebek arasındaki iletişimsizlik konu edilmiş ve bu çocukların annelerine "çocuklarıyla duygusal ilişki kurmadaki yetersizliklerinden ötürü" Buzdolabı Anne yakıştırması yapılmıştır. Ancak, daha sonra aynı anne babadan doğma diğer çocuklarda benzer sorunların olmaması ve tüm Otistik çocukların annelerinin Buzdolabı Anne modeline uymaması bu görüşü destekleyen verilerin yetersiz kaldığı fikrini doğurmuştur. Otistik çocukların/bireylerin yaklaşık % 25'inde (her dört kişiden birinde) epilepsi nöbetlerinin de bulunması ister istemez uzmanların dikkatlerini Nörobiyolojik alandaki aramalara yönlendirmiş bulunmaktadır.

Otizmin, genel olarak genetik faktörlerin yanında doğum öncesi ve sonrası bazı çevresel etkenlerden kaynaklandığı da sıklıkla ifade edilmektedir. Son yıllarda ağırlık kazanan diğer bir görüş ise, "genlere bağlı olarak beyin gelişiminde meydana gelen sorunlar"ın da otizme yol açabildiği/açabileceği hususudur.

OTİZM HAKKINDA YANLIŞ BİLİNENLER

Otizmli bireyler asla size bakmaz, göz kontağı kurmazlar.
Otizmli bireylerin %75-80'i zihinsel engellidir.
Eğitimle kaydedilen İlerleme bireyin otizmi olmadığı anlamına gelir.
Otizmli bireyler konuşmaz ya da konuşamazlar.
Otizm zamanla geçer.
Otizmli bireyler öğrenemezler.
Otizmli bireyler duyguları anlamaz, fiziksel temastan hoşlanmaz ve duyguları anlamadığı için göstermezler.
Otizmli bireyler arkadaş istemezler.
Otizmli bireyler yaşıtlarını ya da yetişkinleri anlamaz, duygudaşlık kuramazlar.
Otizmli bireyler kendi çıkarları için karşısındaki bireyleri kullanır.
Otizmli bireyler isterlerse konuşabilirler.
Otizmli bireyler gülmezler.
Otizmli bireyler etrafındaki diğer bireyleri anlamaz ya da yetişkinlerden ipuçlarını kapamazlar.
Otizmli birey daha önce yapabildiği bir şeyi tekrarlamıyorsa bu onun şımarık, asi ya da inatçı olamsından dolayıdır.
Otizm duygusal bir bozukluktur.
Otizmli çocukların hayal gücü yoktur.
Otizmin olmasının sebebi ailelerdir.
Otizm az rastlanılan bir bozukluktur.
Bütün otizmli çocuklar aynıdır.
Tüm otizmli çocuklar resimler halinde düşünür.
Otizmli bireylerin potansiyelleri ve becerileri sınırlıdır.
Bütün otizmli çocuklarda öğrenme güçlüğü vardır.
Otizmli bir çocuğun içinde bir dahi yatmaktadır.

Kaynak: https://aydinesh.saglik.gov.tr/TR,130295/2nisandunyaotizimfarkindalikgunu.html

 

 

Nis

Kanser bir hücre hastalığıdır. Hücre, canlıların yapı taşıdır. Yapıları ve işlevleri birbirine benzeyen hücreler bir araya gelerek dokuları, dokular birleşerek organları ve sistemleri oluştururlar.

Hücrenin ana özelliği bölünüp çoğalmasıdır. Bölünüp çoğalan hücreler vücuttan atılır. Kanser, hücrenin olağandışı bölünüp çoğalmasıdır. Kanserli hastalarda hücre, canlının zararına çoğalır. Organların işlevlerini yapmalarını engeller.

Halk sağlığı yönünden kanserin önemi; hastalığın öldürücü olması ve sık görülmesidir. Bu açıdan bakıldığında kanser hastalığı dünyanın en önemli sağlık sorunudur.

Kanserle savaşabilmek, zararlarını azaltabilmek için halka hastalığın önemini ve kanserle savaş yollarını anlatmak gerekir.

Tıp biliminin gelişmesi, insanların eskiye göre daha bilinçli yardım istemeleri, pek çok insanı kanserden kurtarıyor. Gün geçtikçe, kanserden kurtulanların oranı daha da artacaktır.

Kanser konusunda hastaya yardımcı olmak, hastalıkla ilgili araştırmaları desteklemek, doktorların eğitimine yardımcı olmak için 1947 yılında Ankara´da Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu adı ile bir dernek kuruldu. Dernek kuruluşundan bu yana yurttaşları kanserin erken tanımı ve iyileştirme konularında uyarıyor. Kanser hakkında bilgili olmamız için çalışmalar yapıyor. Bu kuruluş 1952 yılından beri Türk Kanser Haberleri adlı bir dergi çıkarmakta, isteyenlere dergiyi parasız göndermektedir.

1956 yılında Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu´nun önerisi ile Nisan ayının ilk haftası ülkemizde Kanser Savaş Haftası olarak kabul edildi. Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu´nun çabaları ile yurdumuzda ilk kanser hastanesi, 1956 yılında Ankara´da açıldı.

Kanser hastalığının gerçek nedeni tam olarak bilinmiyor. Ancak çok alkol ve sigara içenlerde, boya işlerinde çalışanlarda, kimyasal maddelerle uğraşanlarda, güneş ve röntgen ışınları altında uzun süre kalanlarda hastalık daha çok görülmektedir.

 Bir hastalıktan korunmak için o hastalığın nedenlerinin bilinmesi önemlidir. Bugün kanserin nedeni tam olarak bilinmemektedir. Kansere karşı alınacak önlemlerde, yapılacak savaşta temel ilke; kanser etkenlerinden kaçınmak ve hastalığın erken tanımıdır.

Kanser konusunda sık sık uluslararası konferanslar, seminerler, kongreler düzenlenir. Bu toplantılarda kanserin nedenleri, kanserden korunma yöntemleri, hastalığın erken tanımı ve iyileştirme yolları tartışılır. Yeni bulgular, yeni ilaçlar tanıtılır. Ülkemizde de son yıllarda bu tür çalışmalara ağırlık verilmiştir. Doktorlarımızın kanser konusundaki araştırmaları, uluslararası toplantılarda ilgiyle izlenmektedir.

Tıp biliminin gelişmesi, insanların eskiye göre daha bilinçli yardım istemeleri, pek çok insanı kanserden kurtarıyor. Gün geçtikçe kanserden kurtulanların oranı daha da artacaktır.

Kanser hemen her organda görülmektedir. Ancak bazı organlarda daha çok dikkati çekmektedir. 

Akciğer Kanseri: Ölüm oranı en fazla olan kanserdir. Sigara içen­lerde daha sık görülür.


Sindirim Sistemi Kanseri: Mide ve Kalın bağırsak kanseri önemli organ kanserleridir.

Meme Kanseri: Elle tanımı yapılabildiğinden tedavi ve iyileşme oranı en çok olan kanser türüdür. 

Kanser Savaş Haftası boyunca sergiler açılır. Hastalığın halka tanıtılmasına çalışılır. Gazetelerde, dergilerde, radyo ve televizyonda hastalıktan korunma yolları anlatılır. Yapılan araştırmalar yeni buluşlar, yeni ilaçlar açıklanır. Halk bu konuda aydınlatılır.

Bu hafta öğrendiklerimizi yaşamımız süresince unutmayalım. Bu konuda çevremizdeki insanları uyaralım. Kanserle ilgili en küçük kuşkuya düşüldüğünde hemen doktora başvurmak gerektiğini anlatalım. Unutmayalım; kanserin erken belirlenmesi, iyileşmesini çok kolaylaştırır.

 

 

KANSERİN ÖN BELİRTİLERİ

 

 


* Vücudun herhangi bir yerinde nedeni bilinmeyen şişkinlikler, sertlikler,
* İyileşmeyen yaralar,
* Vücudun çeşitli yerlerindeki benlerde ve siğillerde, renk ve büyük­lük değişmeleri,
* Durdurulamayan kanamalar,
* Ses kısıklığı,
* Geçmeyen öksürük
* Nedeni anlaşılamayan ateş ye zayıflama,
* Büyük aptes alışkanlıklarındaki değişiklikler.

Kanser hem dünyada hem de ülkemizde sebebi bilinen ölümler sıralamasında kardiyovasküler hastalıklardan sonra ikinci ölüm sebebi olması açısından önemli bir toplum sağlığı problemidir. Özellikle ortaya çıkışının önlenebildiği, taramalarla ölümün yok edilebildiği ve erken teşhis edildiğinde tedavinin yaşam kalitesine çok şey katabildiği kanser türlerini göz önüne alırsak korunmanın önemi artmaktadır

Dünyada her yıl 14 milyon kişinin yakalandığı ve 8,2 milyon kişinin ölümüne sebep olan kanser; yaş, cinsiyet, dil, din, ırk ayırımı yapmaksızın tüm insanları etkilemektedir. Kanserde benzer seyir devam ettiği takdirde, 2030 yılında 22 milyon yeni vaka ortaya çıkması beklenmektedir. Ülkemizde ki en son resmi rakamlar değerlendirildiğinde bir yıl içerisinde yaklaşık 96.200 erkek ve 67.200 kadının kanser teşhisi aldığı tahmin edilmektedir.

Son 5 yıl verileri değerlendirildiğinde; kanser sıklığında herhangi bir artış ya da azalış olmadığı söylenebilir (Şekil 1).Türkiye'de görülmekte olan kanserin sıklığı Avrupa Birliği ülkeleri ve Amerika gibi gelişmişlik düzeyi yüksek olan ülkelere göre daha düşüktür.

Bireyler ve toplumlar, yaygın kanser türlerinin en az üçte birinin daha sağlıklı bir beslenme biçiminin seçilmesi, tütün ürünlerinden uzak durulması, fiziksel aktivitenin arttırılması ve alkol kullanımının azaltılması ile önlenebileceği konusunda bilgilendirilmelidir. Ayrıca ultraviyole radyasyondan korunma, mesleksel ve çevresel maruziyetlerin önüne geçilmesi ile kanser yükü daha da aza indirgenecektir.

Dünyada ve Türkiye'de kanserin önemli bir kısmı önlenebilen kanserlerdir. Özellikle ülke verilerimiz değerlendirildiğinde tütün ve obesite ile mücadele programımız kanser kontrolünün en önemli yapıtaşlarını oluşturmaktadır. Hiç kuşkusuz ki kanser tedavi üzerine yapılan yatırımlar ile değil, ancak önleme ve erken teşhis üzerine yöneltilen eylem planları ile kontrol altına alınabilir. Bunlarla beraber alkol ile mücadele, fiziksel aktivetinin arttırılması, tuzun kısıtlı kullanılması, enfeksiyon ajanları ile mücadele de çok önemli unsurlardır. Kanser kontrolünde en önemli yapıtaşı elinizde doğru, tam ve güvenilir veri olmasıdır. Dünya nüfusunun aktif kanser kayıtçılığı açısından sadece %8'i takip edilirken, 2014 yılında 81 ilimizde de aktif kanser kayıt merkezi hizmetleri başlayamış ve kanser kayıtçılığında %100 kapsama oranına ulaşılmıştır. Kanser türlerinin uyarılarını erken keşfetmek, bulgularını araştırmak ve ileri tetkik için hastaların sevk edilmesi erken tanı şansını arttırmaktadır.

Bu nedenle, kanserde erken tanı programları toplumun, sağlık çalışanlarının ve politika oluşturucularının bilgisini arttırmayı hedeflemeli, erken tanı olanakları hakkındaki farkındalığı arttırmalıdır. Ülkemizde meme, kalın bağırsak ve rahim ağzı kanserleri için toplumun kaynaklarına ve hastalık yüküne uygun olarak tarama programları yürütülmektedir. Toplum tabanlı kanser taramalarına yönelik, ülke genelinde Kanser Erken Teşhis, Tarama ve Eğitim Merkezleri (KETEM) kurulmuş olup hâlihazırda ülkemizde 33'ü mobil olmak üzere 199 adet KETEM mevcuttur. Yeni KETEM'ler olabildiğince hastane dışında ulaşımı daha kolay Sağlıklı Yaşam Merkezi şeklinde planlanmakta olup tarama oranlarımız yeni açılan KETEM'lerle birlikte giderek artmaktadır